10 Ekim 2024 Perşembe

Sizin Önerdiğiniz Ama Hoşlandığınız Kızın İzlemediği 10 Film

 









Herkesin hayatta bazı "kaçırdığı" şeyler olur. Mesela ben, hiçbir zaman makarnayı düzgün pişiremeyeceğim. Hoşlandığınız kızın da bazı "izleyemediği" filmler var. Evet, bu liste, tam da o anlar için!  İşte karşınızda, hoşlandığınız kızın muhtemelen izlemediği 5 film. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, "Spoiler vermeee!" diyen birinden gerçek bir film gurmesi çıkmaz!

1. "The Grand Budapest Hotel" (2014)

Wes Anderson'ın efsane renk paleti ve simetri saplantısıyla hazırlanmış bir başyapıt!

Hoşlandığınız kız, büyük ihtimalle Wes Anderson'ı duymuştur ama bu filmi izlememiş olabilir. Bu, modern sinemada görsel bir şölen sunan, eğlenceli ve absürt bir film. Üstelik Ralph Fiennes'ın muhteşem oyunculuğuyla unutulmaz hale geliyor. “Aa, ben bu filme hiç denk gelmedim!” dediğinde, Wes Anderson’ın filmlerini izlemek bir ritüeldir diye eklemeyi unutmayın. Kendisini sinema dünyasına daha da derin bir keşfe davet edin!

Bonus Şaka: "Bu filmde otel lobisinde çalışsan, otel puanları fırlar!"

2. "Moon" (2009)

Bilim kurgu sevenlere Neil Armstrong’u kıskandıracak bir uzay dramı!

Bu, izlenmeyen ama izlenince bağımlılık yapan bir film. Sam Rockwell'in tek kişilik şovu! Eğer hoşlandığınız kişi, uzayda geçen hafif paranoyak ve psikolojik gerilimleri seviyor ama Interstellar'ı 50 kere izlediğini iddia ediyorsa, işte ona alternatif bir uzay yolculuğu: "Moon"! Filmi izleyip de "Vay be, böyle bir film var mıymış gerçekten?" demeyen yok.

Bonus Şaka: “Bu filmden sonra ayda arsa almak istediğimden bile emin olamadım, ya bir klonum varsa?”

3. "Her" (2013)

Bir yapay zekaya aşık olmak mı? Joaquin Phoenix bunu yaşadı ve garip şekilde inandırıcıydı!

Hoşlandığınız kişi, belki bilim kurgu sevmiyor olabilir ama "Her" gibi bir filmi izleyince, insanla makine arasındaki sınırların nasıl bulanıklaştığını görmek onu etkileyecektir. Hem teknolojik hem duygusal bir film, tam da Z kuşağının algısına hitap ediyor! Joaquin Phoenix’in hayali bir yapay zeka ile yaşadığı aşk, beklenmedik şekilde gerçekçi hissettiriyor.

Bonus Şaka: “Scarlett Johansson’ın sadece sesiyle Joaquin’i etkilemesi… Hadi itiraf edelim, o sesi duyan herkesin aklı karışır!”

4. "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" (2004)

Aşk acısını unutmak mümkün olsa, gerçekten unutur muyduk?

Bu filmi izlemeyen kişiyle aşka dair derin sohbetlere girmek büyük kayıp olabilir. Hoşlandığınız kız, bu filmi izlememişse, ona Jim Carrey’nin bu kez komik değil, melankolik bir aşk hikayesinde nasıl döktürdüğünü anlatın. Bu film, her ilişkide bir "geri dönüş düğmesi" isteğini sorgulatıyor. Kalbini kırmak mı? Yoksa yeniden hatırlatmak mı istersin?

Bonus Şaka: "Bu filmi izledikten sonra her şey daha hatırlanır bir hale geliyor!"

5. "The Lobster" (2015)

Yorgos Lanthimos’un tuhaf dünyasına hoş geldiniz!

Eğer hoşlandığınız kız romantik filmlerle ilgilenmiyorsa, ona absürd ve karanlık bir ilişki hikayesi sunun! "The Lobster" tam anlamıyla bir sosyal deney gibi. İnsanların aşık olma zorunluluğunda olduğu bir dünyada, yalnız olanların hayvana dönüştürüldüğü tuhaf bir hikaye. "Hayvana dönüşmek mi?!" dediğinde, işte o zaman film hakkında saatlerce konuşabileceğiniz bir an yakaladınız.

Bonus Şaka: “Ben papağan olurdum. Ya sen?”


Bonus Filmler

The Big Lebowski: Bir 'dude' olmak ve halıların hayatımıza kattığı anlam üzerine komedi dolu bir başyapıt.

Fight Club: Hayali arkadaşlarınızla çılgınca bir yolculuğa çıkmak isterseniz, kimse size bunu anlatmak istemez.

Pulp Fiction: Zaman çizgileriyle oynayan, gangsterlerin sıradan sohbetlerine tanık olacağınız kült bir Tarantino klasiği.

Blade Runner: 1980’lerin gelecek vizyonunu bir kez daha sorgulamak isterseniz, bu film sizi distopik rüyalara götürecek.

Goodfellas: Gerçek gangsterlerin hayatını bu kadar havalı göstermemişlerdi; suç dünyasına açılan kapı burada. 

Gerçekten İzlemek İsteyip de İki Haftadır Açamadığınız '3 Saat Üstü' Filmler

 




















The Irishman: Martin Scorsese’nin epik gangster filmi; herkes başladı ama siz hala 'Uzun ama izleyeceğim' diyorsunuz.
Lawrence of Arabia: Çöllerde geçen bir destan; oturup izlemek cesaret ister ama ödül, bir sinema şaheseri.
The Godfather: Part II: Mafya dünyasının derinliklerinde üç saatlik bir yolculuk; her dakikası altın ama başlaması zor.
Ben-Hur: Tarihi ve dini bir epik; yarışı bir kenara bırakın, bu film maratonu her zaman erteleniyor.
Once Upon a Time in America: Suç dünyasının uzun soluklu hikayesi; üç buçuk saatlik bir serüvene girmeden önce iyi bir kahve şart.

Tüm Arkadaşlarım Evlendi, Ben Tek Kaldım Diyenlere 5 Film (Yalnızlık Güzel Şeydir, Bakın Bu Filmler Size Nedenini Gösteriyor)



Yalnız kaldınız diye üzülmeyin, çünkü dünya üzerinde patlamış mısır, Netflix ve boş bir kanepe ile hafta sonunu geçiren bir sürü insan var! Evlilik maratonunda geride kaldıysanız, işte sizi “Yalnız ama mutluyum” havasına sokacak 5 film. Arkadaşlarınız düğün davetiyeleri yollarken, siz bu filmleri izlerken kahkaha atabilirsiniz!


1. "The 40-Year-Old Virgin" (2005)

Yaş önemli değil, neşenizi kaybetmeyin!

Steve Carell’in bu filmde öğrettiği şey, bir şeyler geç olabilir ama asla "çok geç" değildir! Eğer arkadaşlarınız evlenirken siz hala “Kız arkadaşım var mıydı, yoksa hayal miydi?” diye düşünüyorsanız, bu film tam size göre. İtiraf edelim, filmin sonunda Carell evleniyor ama sorun değil, en azından siz kahkaha krizine girerek bu evlilik furyasından bir an olsun kaçabilirsiniz.

Bonus Şaka: “Düğünlere gitmek yerine evde Legolarla oynama fikri o kadar da kötü değil, değil mi?”


2. "Bridget Jones’s Diary" (2001)

Kendi hayatınızı yazın, belki de yalnızlık daha iyidir.

Bridget Jones da tam olarak sizinle aynı durumda. Arkadaşlarının hepsi nişanlanırken, o hala bekar. Ama Bridget, kendi yalnızlığını mizahla ve bolca şarapla kucaklıyor. Siz de bu filmi izlerken, günün birinde Hugh Grant ya da Colin Firth gibi biriyle tanışabileceğinizi düşünebilirsiniz. (Tabii eğer hala ‘yaşanmamış mucizelere’ inanıyorsanız.)

Bonus Şaka: “Eğer günlük tutmuyorsanız, en azından düğün davetiyelerini nasıl yakacağınızı planlayabilirsiniz.”


3. "Cast Away" (2000)

Yalnız mısınız? Hayır, Wilson var!

Tom Hanks’in bu filmde sadece bir voleybol topuyla arkadaşlık kurduğunu hatırlayınca, evlilik baskısının ne kadar gereksiz olduğunu anlayacaksınız. Arkadaşlarınız evlenip balayına giderken, siz yalnız bir ada düşüncesiyle kafa dinleyebilirsiniz. Yalnızlığın zirvesine çıkmak istiyorsanız, bu film size “Wilson” gibi hayat kurtaran dostlar sağlayabilir.

Bonus Şaka: “Bana düğün davetiyesi yollamayın, zaten Wilson’la plan yaptım.”


4. "Eat Pray Love" (2010)

Koca bulmaya gerek yok, pizzalar sizi mutlu eder!

Julia Roberts bu filmde, hayatındaki eksik olan şeyi bulmak için dünyayı dolaşıyor… Spoiler: Koca değil! Kendini bulmanın ve yemek yiyerek mutlu olmanın ne kadar harika bir şey olduğunu göreceksiniz. Tüm arkadaşlarınız balayında plajda fotoğraf çekerken, siz evde pizza yiyip Elizabeth Gilbert gibi içsel yolculuğa çıkabilirsiniz. Gerçek aşk mı? Belki bir dilim daha pizzadır.

Bonus Şaka: “Düğün mü? Yok, ben Bali’ye gidiyorum. Ama önce pizzamı bitireyim.”


5. "Home Alone" (1990)

Yalnız kalmak mı? Kevin McCallister bunu bir sanata çevirdi!

Bu film, yalnızlığın ne kadar keyifli olabileceğini gösteren klasiklerden biri. Arkadaşlarınız evlenip çoluk çocuğa karışırken, siz de tıpkı Kevin gibi evde yalnız kalmanın tadını çıkarabilirsiniz. Sakin olun, eve giren hırsızlara karşı tuzak kurmanız gerekmeyecek! Yalnızlığınızı ne kadar yaratıcı şekilde değerlendirebileceğinizi düşünmek için bu filmden ilham alın.

Bonus Şaka: “Çocuk sahibi olmaktansa, evde tek başıma kalıp Noel ışıklarıyla eğlenmek daha mantıklı değil mi?”

"Bir Pazar Günü 'İzleyeyim de Sanat Anlayışım Gelişsin' Diye Başlayıp Yarıda Bıraktığınız 4 Film"










Stalker (1979)
"İlk 45 dakikada neler olduğunu anladım sanıyordum, meğer daha kapıdan bile girmemişiz."
Andrei Tarkovsky’nin sizi başka bir dünyaya götürdüğü bu filmde, karakterler yürüyor… ve yürüyor… ve biraz daha yürüyor.


The Lighthouse (2019)
"Bu kadar martı sesiyle delirmezsek, Willem Dafoe ve Robert Pattinson bizim yerimize delirecek zaten."
Siyah-beyaz bir kabus gibi, bir deniz fenerinde iki adamın 'her şeyin' anlamını kaybettiği bir sanat eseri.


Persona (1966)
"İzleyip de beyin jimnastiği yapmak isteyenlere, Bergman’dan sessizlik bombası."
İki kadının birbirine dönüşmeye başladığı bu film, 'sessizlik' ve 'bakışlar' üzerine size derin bir sanat dersi verirken, siz sadece "ne oluyor şimdi?" diyebilirsiniz.


Eraserhead (1977)
"David Lynch’in 'bunu izleyin de deliliği hissedin' dediği garip kabus."
Bir adam, tuhaf bir bebek ve çok daha tuhaf sesler. Filmi izlerken beyninizin bir kısmı kısa devre yapabilir.



8 Ekim 2024 Salı

Makarna Yenirken İzlenmesi Gereken 5 Film (Çatalla Spagetti Döndürürken Eğlencenin Dibine Vurun!)



Makarna yapmak, yemenin en kolay ve en keyifli yollarından biri. Fakat asıl soru şu: "Makarna yerken hangi filmi izlemeliyim?" Cevap basit, uzun soluklu dramlar ya da kafa karıştıran bilim kurgu filmleri değil! Makarna yerken eğlenceli, akıcı ve biraz da iştah açıcı filmler izlemek gerek. İşte size o keyifli makarna anlarını zirveye çıkaracak 5 film!


1. "Ratatouille" (2007)

Mutfakta bir fare, siz makarna yerken masada!

Bir fare tarafından pişirilen gurme yemeklere şahit olmak ister misiniz? Tabii ki istersiniz! Hem de makarna yerken! Ratatouille izlerken o muhteşem yemeklerin kokusu neredeyse burnunuza gelecek. Bir yandan çatalınızda spagetti çevirirken, küçük Remy'nin mutfakta devrim yaratışını izlemek ilham verici olabilir. Belki de bu film sonrası "Bir gün ben de şef olacağım!" diye düşünebilirsiniz (ama siz bir fare bulmak zorunda değilsiniz).

Bonus Şaka: “Remy, fare olmasına rağmen Michelin yıldızına göz kırparken ben hâlâ makarna yapmayı zar zor başardım…”


2. "Eat Pray Love" (2010)

Julia Roberts İtalya'da makarna yiyor, siz de evde ona eşlik ediyorsunuz!

Eğer makarna yerken kendinizi dünya turlarına çıkmış gibi hissetmek istiyorsanız, işte tam size göre bir film! Eat Pray Love, Julia Roberts’ın İtalya’da kocaman tabaklarda makarna yediği sahnelerle dolu. O makarnayı afiyetle yerken sizin de tabağınızda spagetti olmalı. İtalya'ya gitmeden İtalyan mutfağının tadını çıkarmak? İşte makarnanın gücü!

Bonus Şaka: “Benim İtalya’m da bu mutfak işte… ve pizza kokusu geliyor!”


3. "Lady and the Tramp" (1955)

İki köpeğin aşk dolu spagetti sahnesiyle makarna daha tatlı hale geliyor.

Disney’in en unutulmaz sahnelerinden biri olan spagetti paylaşma sahnesi bu filmde! İki köpeğin şans eseri dudaklarının buluştuğu o sahne, makarna yemenin en romantik halini gösteriyor. Yanınızda biri olmasa da, siz de spagettiyi çatalla döndürüp keyifle izleyebilirsiniz. Hem de siz, tabağınızdaki tüm makarnayı paylaşmak zorunda değilsiniz!

Bonus Şaka: “Spagetti paylaşmak mı? Hayır, teşekkürler. Ben tabağımla yalnız bir ilişki yaşıyorum!”


4. "The Godfather" (1972)

İtalyan mafyasının gölgesinde, İtalyan mutfağıyla bir başyapıt!

Makarna yerken The Godfather izlemek neredeyse bir ritüel haline geldi. Filmin içinde İtalyan yemekleri, aile sofraları ve mafya arasında geçen ikonik sahneler varken, siz de kendinizi Sicilya’da bir makarna tabağının başında bulabilirsiniz. Al Pacino’ya bakıp, "Bir gün ben de böyle sofralar kuracağım!" diye hayal kurabilirsiniz.

Bonus Şaka: “Don Corleone’nin sofrasında olsam bile kimse benden makarnamı alamazdı.”


5. "Julie & Julia" (2009)

Bir yemek blogunun başına geçip makarna tarifleri yazmaya başlamamak işten bile değil!

İki farklı kadının hayatlarını ve yemek yapma tutkusunu anlatan bu film, mutfağa olan ilginizi katlayacak. Meryl Streep ve Amy Adams’ın canlandırdığı karakterler, yemek yapmanın ve yemenin mutluluğunu ekrana taşıyor. Makarna yerken bir yandan tarifler düşünmeye başlayabilir, belki de blog açma ilhamı bulabilirsiniz! Hem Julie'nin çabası, hem de Julia Child’ın ustalığı sizi ekrana kilitleyecek.

Bonus Şaka: “Makarna yapmanın bu kadar sanatsal bir şey olduğunu bilmiyordum… Ama sonuçta ben sadece yiyorum!” 

1 Ekim 2024 Salı

Eylül 2024 İzlencesi



Only Murders in the Building: 

"Apartmanınızda çok cinayet işleniyorsa, ya taşınmalı ya da podcast yapmalısınız. (Tabii ki üçüncü seçenek: bu işi çözebilecek üç absürt komşu bulmak!) Güzel sezon.

Penguin
Gotham’ın en havalı kuşu sahnede!
("Batman yok, ama sorun değil. Penguen en azından takım elbisesiyle karizmatik.")

Slow Horses
Casusluk, ama biraz tembelce!
("James Bond gibi değil, daha çok... işten kovulmayı bekleyen ofis çalışanları.")

The Cable Guy

Yeniden izledim. Jim Carrey'in karaktere verdiği her şey filmde izleyiciye dokunuyor. Bu yüzden kültleşmiş bir kara komedi Cable Guy, yalnızlığın insanı getirdiği noktaya yapılan mizahi bakış Jim Carrey'e has komedi anlayışıyla öne çıkıyor. Öte yandan karakterin çocukluğuna dair ayrıntılar ve Ben Stiller'ın yan hikayeye olan katkısı da kara komedilere has ironik bir ciddiyetle iyi bir film olmayı başarıyor. Yalnız filmin iki sıkıntısı var. Derinleşmeyi dikkate almaması ve sahnelerin kopukluğu olmasaymış çok daha iyi bir film olabilirmiş.

Kinds of Kindness

Yorgos'un yeni filmi, yine Emma Stone var. Cüretkar konu seçimlerini Hollywood anlayışıyla orta noktada buluşturmayı amaçlayan filmlerini daha çok göreceğiz gibi duruyor. Filmleri tematik olarak birbirine bağlayan şey hakkında yapılan konuşmalar hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. Yine de, onları şüphesiz birleştiren tek şey Lanthimos'un ton becerisi, projenin cüretkarlığı günü kurtarıyor. İlginç fakat keyifli değil. Kendi filmografisinde sönük kalıyor.

Borderlands

Eskiden olsa asla çekilemezdi. Düzeltme için çekilen sahneler, izleyici yorumları, test izleyicinin verdiği direktiflerin bu kadar belli olduğu bir film. Yönetmenlik hiçbir sürprize yer vermiyor, bu yüzden izlerken asla bir şey olmayacağını biliyorsunuz. Oyunun dünyasına pek fazla hakim olmasam da geçmişte oynadım. Rafa kalkması gereken bir projeymiş, sanıyorum ön satış gelirleri şirkete yeterli gelmiş. Çok kötü. 

Beetlejuice Beetlejuice

Tim Burton hayranı olarak beni tatmin etse de genel yapıya uymayan sahneler var. Çekim sırasında bütçenin düşürüldüğü söyleniyor. Müthiş bir atmosfer fakat yeteri kadar kullanılmamış hissi yaratıyor, ayrıca düşmanların kolay alt ediliyor oluşu da doyum hissini vermedi. Yine de Tim Burton bana her zaman ilham veren bir yönetmen olmuştur. Bu filmde de beni etkileyen küçük buluşlarını görmek benim açımdan tatmin ediciydi.

Tam Bir Centilmen
İzledim.

24 Eylül 2024 Salı

Daybreak – Kimsenin İzlemediği Zombi Dizisi (Ama Biz İzledik, Gerçekten!)


Daybreak: Zombili bir Netflix dizisiydi. Kimse izlemeyince ikinci sezonu gelmedi. Ah, Daybreak. O post-apokaliptik, gençlerin zombi kıyametiyle boğuştuğu Netflix dizisi. Büyük umutlarla başladı ama (ne hikmetse) kimsenin radarına girmedi. Peki, neden kimse izlemedi? (Bir dakika, kimse izlemedi mi? Belki birkaç kişi izledi… Annem bile izledi ama izlerken uyudu, sayılır mı?) Dizi, zombilerle dolu bir dünyada hayatta kalan bir grup genç etrafında dönüyor. Evet, kulağa bayağı tanıdık geliyor, değil mi? (Zombilerle dünyayı kurtaran gençler? Orijinal! Daha önce nerede gördük acaba... The Walking Dead... Resident Evil... World War Z... ama hey, en azından gençler birbirleriyle takılırken eski sevgililerini stalk'lamıyorlar.) İşte büyük soru: Dizi neden sadece tek sezon sürdü? Birçok insanın haberi bile olmadı! (Belki Netflix yanlışlıkla Daybreak yerine Daydream diye arama yaptınız sanıp algoritmayı sabote etti, kim bilir?) Sonuçta, zombi dizisi ne kadar özgün olabilir? (Spoiler: Olamaz. Ama yine de keyifli bir şekilde o kadar klişenin arasından sıyrılmayı denedi.) 
'İzledim, Pişman mıyım? (Asla! Ama Çok Da Övmedim)'
Eğer kıyamet sonrası dünyada lise aşkı, zombiler, ve saçma sapan mizahı seviyorsanız, kesinlikle Daybreak izleyin! (Gerçi hala izlemediyseniz muhtemelen bir daha izlemeyeceksiniz çünkü herkes Stranger Things’i bekliyordu.) Ama bir şans verin derim, zombi bile olsanız hafiften tebessüm ettirir.