15 Haziran 2024 Cumartesi

Arkadaşınızın Önerdiği Ama Sizin İzlemediğiniz 17 Film

"Bu filmi mutlaka izlemelisin, hayatını değiştirecek!" diyen arkadaş. Ve hepimizin yaptığı şey de aynıdır: O filmi asla izlememek. 😅 Haftalar, aylar, hatta yıllar geçer ve o film izlenmesi gerekenler listesinde tozlanmaya devam eder. Sen her ne kadar “Kesin izlicem!” desen de, Netflix'in bir sonraki dizisi ya da sonsuz TikTok kaydırması galip gelir.
Hepimiz bir arkadaşımızdan harika bir film önerisi almışızdır, hatta çoğu zaman bu önerilerle dolup taşarız. “Bu filmi mutlaka izlemelisin!” cümlesi neredeyse her buluşmada karşımıza çıkar. Ama ne yazık ki, o önerilen filmlerin birçoğu izleme listemizin tozlu köşelerinde beklemeye devam eder. Günlük hayatın koşuşturmacası, dizi maratonları ya da sonsuz ertelemeler derken o filmler bir türlü izlenemez. Bu yazıda, arkadaşlarınızın önerip de bir türlü izlemeye vakit bulamadığınız 17 filmi bir araya getirdik. 

Bu listeyi gördükten sonra belki de o filmlerden en az birini gerçekten izlemeye karar verirsiniz. (Söz yok ama niyet önemli, değil mi?)





The Big Leobowski

Halısı çalınan bir adam. Coen Kardeşler'den kusursuz bir başyapıt. Dünyanın en iyi filmlerinden biri.

Arizona Dream



“Bir bisiklet ve bir elma arasındaki farkı sana bir başkası söyledikten sonra yaşamanın ne anlamı var ki? Eğer bir bisikleti ısırıp, bir elmayı sürmeye kalkarsam, işte o zaman farkı anlarım.”

Annesine benzemekten korkan bir kadın, dayısı olmaktan korkan bir adam ve beyaz perdedekiler gibi olmaya çalışan bir Cadillac satıcısı. Arizona Dream Amerikan rüyasını bize tüm gerçekleriyle sunuyor. Buna Arizona rüyası da diyebiliriz. Kusturica Amerika’da kendi dünyasını Amerikan ayrıntılarıyla inşa ediyor.




The Grand Hotel Budapest



Wes Anderson'ın Bill Murray ile yedinci işbirliği.

Otelin iç sahnelerinin çoğu terk edilmiş bir mağazada çekilmiş.

Filmdeki kurgusal Zubrowka Cumhuriyeti, adını Zubrowka adlı bir Polonyalı votka liköründen almış.

Sanılanın aksine film küçük bütçeli, sadece 25 milyon dolara yapılmış. (Evet bu Amerikan filmleri için küçük bütçeli sayılıyor.)

Filmde görünen tüm gazete başlıklarını ve haber metinlerini Wes Anderson kendi yazmış.



Broken Flowers

Jim Jarmusch’un senaryosunu iki buçuk haftada yazdığı Broken Flowers hayatımızdan çıkan insanların bizde bıraktıkları ufak ayrıntılara odaklanırken davranışlarımızın çoğu zaman mantıksız olduğunu anımsatıyor. Bill Murray filmi tek şartla kabul ediyor. New York’a bir saatten fazla uzak hiçbir yere gitmem diyor. Filmin tamamı bu sebeple New York ve Jersey de çekiliyor. Ayrıca Bill Murray bu filmden sonra oyunculuğu bırakmayı düşünüyor, çünkü bu performansının yaptıklarının en iyisi olduğuna inanıyor. Neyse ki Bill Murray hala filmlerde oynuyor ve biz onu izlemeye devam ediyoruz.


Sideways



En iyi senaryo dalında Oscar’ı bulunan Sideways yaşayan karakterlere sahip, minör olay örgüsünün altında derin bir hayat felsefesi barındıran seyir zevki yüksek bir film. Biraz klişe olacak ama evet, “Artık böyle filmler yapılmıyor.”


Casablanca



Kendi türünü yaratan bir sinema klasiği. Siyasi arka planıyla bir aşk hikayesini ustaca birleştiren Casablanca Amerikan sinemasının en iyi filmlerinden biri. Humprey Bogart ve Ingrid Bergman’ın başrollerini canlandırdığı film savaşın en kritik anlarında başlıyor. Kendinden sonraki tüm romantik filmleri etkileyen büyük bir yapım.


Annie Hall



Herkesin bir Annie Hall’u vardır. Entelektüel ilişkilerin temel sorunlarını alaycı bir dille işleyen film; fantezilerimiz, kıskançlıklarımız ve bencilliklerimiz hakkında her diyaloğuyla akılda kalmayı başarıyor.



The World According to Garp

Hayat tarifsiz tuhaflıklarla, felaketlerle ve anlaşılmazlıklarla doludur. Ve biz onu yaşamaya mutlulukla devam ederiz. George Roy Hill 1982 yılında The World According to Garp adlı filmiyle bize Robin Williams’ın ustalıkla canlandırdığı Garp’ın hayatını sunuyor.

Filmin açılış ve kapanışında yer alan Beatles şarkısı "When I'm Sixty-Four" idi. Bu film için garip bir tema şarkısı, çünkü karakterlerin hiçbiri 64'e kadar yaşamıyor



Who's Singin' Over There?

Kesişen hayatlar, çatışan düşünceler.

Slobodan Šijan’ın yönettiği 1980 yapımı bir Yugoslav filmi olan Kim Şarkı Söylüyor Orada? (Who's Singin' Over There?) komedi ve savaş türlerini ustalıkla birleştiriyor. Minör derde sahip kahramanları bir minibüsün içine toplayarak tüm insanlığı ilgilendiren bir olay örgüsüne ulaşan senaryo ustalıkla yazılmış. Dönemin siyasi çatışma ortamını minibüs yolculuğuyla anlatan film bugüne dair çözemediğimiz dertlerin ne kadar eskiye dayandığını anlatıyor.


Napoleon Dynamite

İletişim kopukluğu, can sıkıntısı ve maddi kaynakların sınırlı oluşu Napoleon’un günlerini daha ilginç hale getiriyor. Baba figürünü büyükannesinin doldurduğu bir hayata sahip. Herkesi kazıklamaya çalışan bir amcası ve dış görünüşünün aksine ilginç becerilere sahip babasıyla Napoleon’un neden sıradan bir genç olamayacağını hemen anlıyoruz.


A Little Romance

Küçük âşıkların küçük dünyasının kurallarını büyükler koyarken onlar buna baş kaldırıyor. Hem ailelerinin hem de devletin sınırlarını aşarak onlara uydurulmuş bir geleceği değil kendi istedikleri bir şimdiyi yaşamak istiyorlar.


Scott Pilgrim vs. the World

Özgün şeyler arıyorsanız, rock müzik ilginizi çekiyorsa ve aşık olduğunuz kızla çıkabilmek için onun yedi eski sevgilisini yenmeniz gerekiyorsa Scott Pilgrim vs. the World kesinlikle izlenmesi gereken bir film.


Sullivan’s Travels

Yapımcılar ne yapsa halk onu mu izler yoksa bunun sosyolojik bir açıklaması mı vardır?

Seyirci perdede kendini mi görmek ister yoksa kendinden iyi durumdakileri mi?

Onca derdimiz içinde perdede başka dertler edinmek ister miyiz yoksa komediye mi ihtiyacımız var?

Bunlar günümüzde büyük tartışma yaratan sorular ve hala hiçbirinin kesin bir açıklaması yok. Günümüzün sorunları da geçmiştekilerden pek farklı değil. Sanatın sorunları her gün çoğalırken yanıtlar sayısını korumayı sürdürüyor. Çünkü insanlar sanat konusunda ikiye ayrılmayı seviyor.

İyi bir sanat eseri, sorguladığı dünya görüşleriyle alıcıyı ikiye ayırarak kendini belli eder derler. 1941 yapımı Sullivan’s Travels filmi zamanının ötesinde soruları zamanının ötesinde bir sinema anlayışıyla sunuyor.


The Boy and the Heron


Güçlü kadın karakterlere sıklıkla yer veren Miyazaki filmleri her zaman mutlu değil doğru sonla biter. Denge her zaman sağlanır. Kötüler yok edilmez. Yok edilen şey rakiplerin bu dünyada yeri olmayan çürümüş inanç ve fikirleridir.


Superman

Gücün ve sorumluluğun anlamını en iyi şekilde anlatan, doğruluğun haklı çıkmaktan önemli olduğunu vurgulayan ve aile bağlarını bu dünyadan olmayan birinin en iyi şekilde öğrenerek yeniden insanlara öğretmesini en güzel şekilde vurgulayan bir film.

Filmin yapım aşamasında herkes onu eleştiriyor, mermiden hızlı bu güçlü kahramanın yenilmeyeceği çok açıkken insanlar bu filmi niçin izlesin deniyor. Mario Puzo ustalığını filme en büyük sinema tarihi çatışmalarından birini koyarak gösteriyor. “Superman de olsanız, bir insan aynı anda iki yerde olamaz.” İşte bu noktada Superman sinema tarihine damgasını vuruyor ve kendini öteki ucuz süper kahraman filmlerinden ayırıyor.


Underground

Emir Kusturica coğrafyasının insanını çok iyi biliyor, karakterlerin arzularını düşsel bir dille ustaca anlatıyor. Özgün sinema anlayışını coğrafyasından hareketle gerçeküstü ayrıntılar ve usta imgelerle süslüyor. Aşk üçgeni, artık olmayan bir ülkenin neşeli halkı, siyasetçilerin ikiyüzlülüğü bugüne hiç de uzak değil. Neşeli, gerçeküstü ve tartışmalı bir film olan Underground, günümüz siyasi ortamında kesinlikle izlenmesi gereken bir film.


Metropolitan

Arka planda New York’un olduğu hiçbir film kötü olamaz diye düşünenlerdenseniz, entelektüel diyaloglar hoşunuza gidiyorsa, siz de zamanında Tom gibi dostluklarınızın sonsuza kadar sürmeyeceğini hissettiyseniz doğru yerdesiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder