21 Haziran 2021 Pazartesi

Söyleşi 2

 


   

  + Metropol hikâyeleri anlatıyorsunuz ama şehir, bazen İstanbul değil de hayali bir şehir gibi geliyor. Sizin edebiyatınızda şehir nasıl bir yer veya İstanbul’da yaşadığınız için İstanbul ne kadar etkiliyor yazdıklarınızı?

Hayalimdeki şehri kurarken İstanbul’dan yola çıktım ve hala da bu hayali şehri düşlerimle genişletmeye devam ediyorum. Şemsiyemi açmadan bulutların bıraktığı öykü tohumlarını yakalıyorum. Her köşe başında intihar kabinleri olduğunu, aramızda dolaşan tanrılar ve çeşitli ilham perileri olduğunu düşünüyorum. Elime yeşil kalemimi alıp bulutlarla, ilham perileriyle, güneşle ve hayali dostlarımla konuşuyorum. Her öyküde şehrime güzel bir ayrıntı eklemeye çalışıyorum. Bu bazen öykü satan bir dükkan, bazen de yaratıcı intihar fikirleri bulan bir departman oluyor. Her yedi saniyede bir İstanbul’daki bir gencin masum düşlerinin gerçeklik karşısında yenilgiye uğradığını varsayıyorum. Benim edebiyatımdaki şehirde bunlar daha masalsı bir havada gerçekleşiyor. İstanbul insanı inciten gerçeklerle dolu bir labirent. Bu labirentten ne kadar şikâyetçi olsam da İstanbul, düşlerle büyümeye müsait muhteşem bir şehir ve beni besliyor.


 

     + İronik bir tutumunuz var, gerçeklikle, gündelik hayatta süregelen gerçek kötücüllükle veya rutinle ilişkiniz nasıl?

Gerçeklikle kötü bir ilişkim olduğunu söyleyebilirim. Bunun nedeni onda istediğimi bulamamam. Yüce saydığım duyguların tıpkı güz yapraklarına yapıldığı gibi sırf seslerini duymak için üzerine basıldığını görüyorum. Herkes gibi düşlerime sığınarak mutlu oluyorum. Sadece bunu herkesten biraz daha fazla yapıyor ve düşlerimi öyküleştirerek paylaşmayı tercih ediyorum. Büyüdükçe ciddileşen insanlardan olmak istemiyorum. Bazı şeyleri alaya almasaydım gülmeyi asla başaramazdım. Gündelik hayatta birçok talihsizlikle ve kötü insanla karşılaşıyoruz. Gerçeklikle başa çıkmanın en etkili yolu olaylara ironik bakmak ve gülümsemektir.

 

     + Hep kısa öykü deneyeceksiniz, romana hiç girmeyeceksiniz gibi geliyor. Kısa anlatmayı, hatta bazen olabildiğince az anlatmayı sevdiğinizi gösteriyorsunuz okura. Yanılıyor muyum?

Bazen sözü fazla uzattığımı bile düşünüyorum aslında. Belki de güzel olan her şeyin kısa olduğuna inandığım için böyle düşünüyorumdur. Küçük ayrıntılar, ufak diyaloglar ve birkaç satır süren mutluluklar hoşuma gidiyor. Yine de roman diyarına birkaç ay önce giriş yaptım. Tahmin edebileceğiniz gibi romanım kısa bölümlerden oluşuyor. Öykü tadında masalsı bir roman diyebiliriz. Beni çok heyecanlandıran bir fikir üzerinden gidiyorum. Romanımda da öykü anlatmaya devam ediyorum denebilir. Her zaman için öyküye daha yakın olacağım. Romanlar benim için fazla uzun ve nazlı, öyküler pek kapris yapmıyor.

 

     +Öykülerde edebiyat kadar sinema da kendini gösteriyor. Yazarken ilgi alanlarınızdan nasıl etkileniyorsunuz ve sinema bunun içinde ne kadar var?

Sinema ve edebiyat benim için vazgeçilmezdir. Aynı zamanda sinema öğrencisi olduğum için öykülerimde sinemadan çokça yararlanıyorum. Bunun öyküyü zenginleştirdiğine de inanıyorum. Müzikle, az biraz resimle de ilgileniyorum. İlgilendiğim alanlarda sahip olduğum bilgiyi ve aldığım zevki kullanarak yeni tatlar yakalamaya çalışıyorum. Sinema her zaman öykülerimin en büyük destekçisi olacaktır. Sait Faik ve Oğuz Atay’dan ne kadar etkilendiysem Fellini’den de o kadar etkilenmişimdir.

     + Genç bir yazarsınız, okur olarak edebiyatta ilginizi çeken şey ne? Size ne sıradan geliyor veya tam tersi, neyi okumak, neyin anlatılması sizi heyecanlandırıyor?

Gerçek olamayacak kadar güzel şeylere kitabın kapağını kapayana kadar inanmayı seviyorum. Bana sorunlarımı unutturuyor. Gerçeğe uzak konuları bu yüzden daha çok seviyorum. Ciddi şeyler ve bunalıma girmiş karakterler bana sıradan geliyor. Başka insanların zihninin nasıl çalıştığını, kafalarına taktıkları sorunlarla başa çıkmak için mizahı nasıl kullandıklarını görmek istiyorum. Aklıma hiç gelmemiş uçuk bir fikir veya güzel bir espri gördüğümde heyecanlanıyorum. “Bu nasıl benim aklıma gelmedi?” deyip daha çok çalışıyorum. Bir düş şövalyesi gibi sayfaların içindeki gerçekliği yenip beni gülümsetecek mizahi ayrıntılar avlıyorum.

     + Yazma sürecinizi ve kitabın oluşumunu anlatır mısınız?

Masaya oturana kadar neşeli ve düşünceliyimdir. Dışardan saçma gözüken rutinlerim vardır. İstanbul’un sokaklarında öykülerimde kullanabileceğim bir ayrıntı arar dururum. İnsanlarla arama hayali bir duvar koyup hayali dostlarımla konuşurum. Yazım sürecinde başka hiçbir şey düşünmem. Bazen güzel bir ilham perisine rastlarım ve onu anlatan bir şeyler karalayıveririm. Alay edebileceğim bir şeyler ararım. Başlarda her şeyi bu kadar alaya almazdım. Bu alaycılık sonradan kalemime yerleşti. Birkaç mizahi öykü yazdım ve deneye deneye sesimi bulduğuma inandım. Hala da kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Öyküyü oluşturacak malzemeler hazır olduktan sonra elime yeşil kalemimi alırım. Masaya oturma işi can sıkıcıdır. Belli bir düzene konmayı bekleyen yüzlerce kâğıt vardır. Her öykü daha ilkinde sizi tamamen bittiğine ve çok iyi olduğuna inandırır. İlk karaladığım şeyler yani taslak çoğu zaman kötüdür. İkinciler de öyle. Üçüncü taslakta kendimi bulduğumu ve amacıma ulaştığımı düşünürüm. Kitabı oluşturan öykülerin altısını çok kısa bir sürede yazdım. Sanıyorum ne anlatacağımı daha doğrusu neyi nasıl anlatacağımın farkına vardığım için bu böyle oldu. Uzun uzun yazmayı sevmiyordum. Sonunu düşünmediğim bir şeyi yazmaktan da hoşlanmıyordum. Bu beni diyalog öykülere yöneltti. Kitabı oluşturan öyküleri yazarken mizahi dili kaybetmemeye çalıştım. Bir gün gerekli ayrıntıyı ve öykü tohumunu topladığıma inanıp masama oturdum ve elime yeşil kalemimi aldım. Penceremden giren yıldızlara bakıp Olimpos’tan Beşiktaş’a adlı öykümdeki sözlerin aynısını mırıldandım. “Artık yazabilirdim. Anlatacak epey öyküm vardı.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder