10 Ekim 2024 Perşembe

Sizin Önerdiğiniz Ama Hoşlandığınız Kızın İzlemediği 10 Film

 









Herkesin hayatta bazı "kaçırdığı" şeyler olur. Mesela ben, hiçbir zaman makarnayı düzgün pişiremeyeceğim. Hoşlandığınız kızın da bazı "izleyemediği" filmler var. Evet, bu liste, tam da o anlar için!  İşte karşınızda, hoşlandığınız kızın muhtemelen izlemediği 5 film. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, "Spoiler vermeee!" diyen birinden gerçek bir film gurmesi çıkmaz!

1. "The Grand Budapest Hotel" (2014)

Wes Anderson'ın efsane renk paleti ve simetri saplantısıyla hazırlanmış bir başyapıt!

Hoşlandığınız kız, büyük ihtimalle Wes Anderson'ı duymuştur ama bu filmi izlememiş olabilir. Bu, modern sinemada görsel bir şölen sunan, eğlenceli ve absürt bir film. Üstelik Ralph Fiennes'ın muhteşem oyunculuğuyla unutulmaz hale geliyor. “Aa, ben bu filme hiç denk gelmedim!” dediğinde, Wes Anderson’ın filmlerini izlemek bir ritüeldir diye eklemeyi unutmayın. Kendisini sinema dünyasına daha da derin bir keşfe davet edin!

Bonus Şaka: "Bu filmde otel lobisinde çalışsan, otel puanları fırlar!"

2. "Moon" (2009)

Bilim kurgu sevenlere Neil Armstrong’u kıskandıracak bir uzay dramı!

Bu, izlenmeyen ama izlenince bağımlılık yapan bir film. Sam Rockwell'in tek kişilik şovu! Eğer hoşlandığınız kişi, uzayda geçen hafif paranoyak ve psikolojik gerilimleri seviyor ama Interstellar'ı 50 kere izlediğini iddia ediyorsa, işte ona alternatif bir uzay yolculuğu: "Moon"! Filmi izleyip de "Vay be, böyle bir film var mıymış gerçekten?" demeyen yok.

Bonus Şaka: “Bu filmden sonra ayda arsa almak istediğimden bile emin olamadım, ya bir klonum varsa?”

3. "Her" (2013)

Bir yapay zekaya aşık olmak mı? Joaquin Phoenix bunu yaşadı ve garip şekilde inandırıcıydı!

Hoşlandığınız kişi, belki bilim kurgu sevmiyor olabilir ama "Her" gibi bir filmi izleyince, insanla makine arasındaki sınırların nasıl bulanıklaştığını görmek onu etkileyecektir. Hem teknolojik hem duygusal bir film, tam da Z kuşağının algısına hitap ediyor! Joaquin Phoenix’in hayali bir yapay zeka ile yaşadığı aşk, beklenmedik şekilde gerçekçi hissettiriyor.

Bonus Şaka: “Scarlett Johansson’ın sadece sesiyle Joaquin’i etkilemesi… Hadi itiraf edelim, o sesi duyan herkesin aklı karışır!”

4. "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" (2004)

Aşk acısını unutmak mümkün olsa, gerçekten unutur muyduk?

Bu filmi izlemeyen kişiyle aşka dair derin sohbetlere girmek büyük kayıp olabilir. Hoşlandığınız kız, bu filmi izlememişse, ona Jim Carrey’nin bu kez komik değil, melankolik bir aşk hikayesinde nasıl döktürdüğünü anlatın. Bu film, her ilişkide bir "geri dönüş düğmesi" isteğini sorgulatıyor. Kalbini kırmak mı? Yoksa yeniden hatırlatmak mı istersin?

Bonus Şaka: "Bu filmi izledikten sonra her şey daha hatırlanır bir hale geliyor!"

5. "The Lobster" (2015)

Yorgos Lanthimos’un tuhaf dünyasına hoş geldiniz!

Eğer hoşlandığınız kız romantik filmlerle ilgilenmiyorsa, ona absürd ve karanlık bir ilişki hikayesi sunun! "The Lobster" tam anlamıyla bir sosyal deney gibi. İnsanların aşık olma zorunluluğunda olduğu bir dünyada, yalnız olanların hayvana dönüştürüldüğü tuhaf bir hikaye. "Hayvana dönüşmek mi?!" dediğinde, işte o zaman film hakkında saatlerce konuşabileceğiniz bir an yakaladınız.

Bonus Şaka: “Ben papağan olurdum. Ya sen?”


Bonus Filmler

The Big Lebowski: Bir 'dude' olmak ve halıların hayatımıza kattığı anlam üzerine komedi dolu bir başyapıt.

Fight Club: Hayali arkadaşlarınızla çılgınca bir yolculuğa çıkmak isterseniz, kimse size bunu anlatmak istemez.

Pulp Fiction: Zaman çizgileriyle oynayan, gangsterlerin sıradan sohbetlerine tanık olacağınız kült bir Tarantino klasiği.

Blade Runner: 1980’lerin gelecek vizyonunu bir kez daha sorgulamak isterseniz, bu film sizi distopik rüyalara götürecek.

Goodfellas: Gerçek gangsterlerin hayatını bu kadar havalı göstermemişlerdi; suç dünyasına açılan kapı burada. 

Gerçekten İzlemek İsteyip de İki Haftadır Açamadığınız '3 Saat Üstü' Filmler

 




















The Irishman: Martin Scorsese’nin epik gangster filmi; herkes başladı ama siz hala 'Uzun ama izleyeceğim' diyorsunuz.
Lawrence of Arabia: Çöllerde geçen bir destan; oturup izlemek cesaret ister ama ödül, bir sinema şaheseri.
The Godfather: Part II: Mafya dünyasının derinliklerinde üç saatlik bir yolculuk; her dakikası altın ama başlaması zor.
Ben-Hur: Tarihi ve dini bir epik; yarışı bir kenara bırakın, bu film maratonu her zaman erteleniyor.
Once Upon a Time in America: Suç dünyasının uzun soluklu hikayesi; üç buçuk saatlik bir serüvene girmeden önce iyi bir kahve şart.

Tüm Arkadaşlarım Evlendi, Ben Tek Kaldım Diyenlere 5 Film (Yalnızlık Güzel Şeydir, Bakın Bu Filmler Size Nedenini Gösteriyor)



Yalnız kaldınız diye üzülmeyin, çünkü dünya üzerinde patlamış mısır, Netflix ve boş bir kanepe ile hafta sonunu geçiren bir sürü insan var! Evlilik maratonunda geride kaldıysanız, işte sizi “Yalnız ama mutluyum” havasına sokacak 5 film. Arkadaşlarınız düğün davetiyeleri yollarken, siz bu filmleri izlerken kahkaha atabilirsiniz!


1. "The 40-Year-Old Virgin" (2005)

Yaş önemli değil, neşenizi kaybetmeyin!

Steve Carell’in bu filmde öğrettiği şey, bir şeyler geç olabilir ama asla "çok geç" değildir! Eğer arkadaşlarınız evlenirken siz hala “Kız arkadaşım var mıydı, yoksa hayal miydi?” diye düşünüyorsanız, bu film tam size göre. İtiraf edelim, filmin sonunda Carell evleniyor ama sorun değil, en azından siz kahkaha krizine girerek bu evlilik furyasından bir an olsun kaçabilirsiniz.

Bonus Şaka: “Düğünlere gitmek yerine evde Legolarla oynama fikri o kadar da kötü değil, değil mi?”


2. "Bridget Jones’s Diary" (2001)

Kendi hayatınızı yazın, belki de yalnızlık daha iyidir.

Bridget Jones da tam olarak sizinle aynı durumda. Arkadaşlarının hepsi nişanlanırken, o hala bekar. Ama Bridget, kendi yalnızlığını mizahla ve bolca şarapla kucaklıyor. Siz de bu filmi izlerken, günün birinde Hugh Grant ya da Colin Firth gibi biriyle tanışabileceğinizi düşünebilirsiniz. (Tabii eğer hala ‘yaşanmamış mucizelere’ inanıyorsanız.)

Bonus Şaka: “Eğer günlük tutmuyorsanız, en azından düğün davetiyelerini nasıl yakacağınızı planlayabilirsiniz.”


3. "Cast Away" (2000)

Yalnız mısınız? Hayır, Wilson var!

Tom Hanks’in bu filmde sadece bir voleybol topuyla arkadaşlık kurduğunu hatırlayınca, evlilik baskısının ne kadar gereksiz olduğunu anlayacaksınız. Arkadaşlarınız evlenip balayına giderken, siz yalnız bir ada düşüncesiyle kafa dinleyebilirsiniz. Yalnızlığın zirvesine çıkmak istiyorsanız, bu film size “Wilson” gibi hayat kurtaran dostlar sağlayabilir.

Bonus Şaka: “Bana düğün davetiyesi yollamayın, zaten Wilson’la plan yaptım.”


4. "Eat Pray Love" (2010)

Koca bulmaya gerek yok, pizzalar sizi mutlu eder!

Julia Roberts bu filmde, hayatındaki eksik olan şeyi bulmak için dünyayı dolaşıyor… Spoiler: Koca değil! Kendini bulmanın ve yemek yiyerek mutlu olmanın ne kadar harika bir şey olduğunu göreceksiniz. Tüm arkadaşlarınız balayında plajda fotoğraf çekerken, siz evde pizza yiyip Elizabeth Gilbert gibi içsel yolculuğa çıkabilirsiniz. Gerçek aşk mı? Belki bir dilim daha pizzadır.

Bonus Şaka: “Düğün mü? Yok, ben Bali’ye gidiyorum. Ama önce pizzamı bitireyim.”


5. "Home Alone" (1990)

Yalnız kalmak mı? Kevin McCallister bunu bir sanata çevirdi!

Bu film, yalnızlığın ne kadar keyifli olabileceğini gösteren klasiklerden biri. Arkadaşlarınız evlenip çoluk çocuğa karışırken, siz de tıpkı Kevin gibi evde yalnız kalmanın tadını çıkarabilirsiniz. Sakin olun, eve giren hırsızlara karşı tuzak kurmanız gerekmeyecek! Yalnızlığınızı ne kadar yaratıcı şekilde değerlendirebileceğinizi düşünmek için bu filmden ilham alın.

Bonus Şaka: “Çocuk sahibi olmaktansa, evde tek başıma kalıp Noel ışıklarıyla eğlenmek daha mantıklı değil mi?”

"Bir Pazar Günü 'İzleyeyim de Sanat Anlayışım Gelişsin' Diye Başlayıp Yarıda Bıraktığınız 4 Film"










Stalker (1979)
"İlk 45 dakikada neler olduğunu anladım sanıyordum, meğer daha kapıdan bile girmemişiz."
Andrei Tarkovsky’nin sizi başka bir dünyaya götürdüğü bu filmde, karakterler yürüyor… ve yürüyor… ve biraz daha yürüyor.


The Lighthouse (2019)
"Bu kadar martı sesiyle delirmezsek, Willem Dafoe ve Robert Pattinson bizim yerimize delirecek zaten."
Siyah-beyaz bir kabus gibi, bir deniz fenerinde iki adamın 'her şeyin' anlamını kaybettiği bir sanat eseri.


Persona (1966)
"İzleyip de beyin jimnastiği yapmak isteyenlere, Bergman’dan sessizlik bombası."
İki kadının birbirine dönüşmeye başladığı bu film, 'sessizlik' ve 'bakışlar' üzerine size derin bir sanat dersi verirken, siz sadece "ne oluyor şimdi?" diyebilirsiniz.


Eraserhead (1977)
"David Lynch’in 'bunu izleyin de deliliği hissedin' dediği garip kabus."
Bir adam, tuhaf bir bebek ve çok daha tuhaf sesler. Filmi izlerken beyninizin bir kısmı kısa devre yapabilir.



8 Ekim 2024 Salı

Makarna Yenirken İzlenmesi Gereken 5 Film (Çatalla Spagetti Döndürürken Eğlencenin Dibine Vurun!)



Makarna yapmak, yemenin en kolay ve en keyifli yollarından biri. Fakat asıl soru şu: "Makarna yerken hangi filmi izlemeliyim?" Cevap basit, uzun soluklu dramlar ya da kafa karıştıran bilim kurgu filmleri değil! Makarna yerken eğlenceli, akıcı ve biraz da iştah açıcı filmler izlemek gerek. İşte size o keyifli makarna anlarını zirveye çıkaracak 5 film!


1. "Ratatouille" (2007)

Mutfakta bir fare, siz makarna yerken masada!

Bir fare tarafından pişirilen gurme yemeklere şahit olmak ister misiniz? Tabii ki istersiniz! Hem de makarna yerken! Ratatouille izlerken o muhteşem yemeklerin kokusu neredeyse burnunuza gelecek. Bir yandan çatalınızda spagetti çevirirken, küçük Remy'nin mutfakta devrim yaratışını izlemek ilham verici olabilir. Belki de bu film sonrası "Bir gün ben de şef olacağım!" diye düşünebilirsiniz (ama siz bir fare bulmak zorunda değilsiniz).

Bonus Şaka: “Remy, fare olmasına rağmen Michelin yıldızına göz kırparken ben hâlâ makarna yapmayı zar zor başardım…”


2. "Eat Pray Love" (2010)

Julia Roberts İtalya'da makarna yiyor, siz de evde ona eşlik ediyorsunuz!

Eğer makarna yerken kendinizi dünya turlarına çıkmış gibi hissetmek istiyorsanız, işte tam size göre bir film! Eat Pray Love, Julia Roberts’ın İtalya’da kocaman tabaklarda makarna yediği sahnelerle dolu. O makarnayı afiyetle yerken sizin de tabağınızda spagetti olmalı. İtalya'ya gitmeden İtalyan mutfağının tadını çıkarmak? İşte makarnanın gücü!

Bonus Şaka: “Benim İtalya’m da bu mutfak işte… ve pizza kokusu geliyor!”


3. "Lady and the Tramp" (1955)

İki köpeğin aşk dolu spagetti sahnesiyle makarna daha tatlı hale geliyor.

Disney’in en unutulmaz sahnelerinden biri olan spagetti paylaşma sahnesi bu filmde! İki köpeğin şans eseri dudaklarının buluştuğu o sahne, makarna yemenin en romantik halini gösteriyor. Yanınızda biri olmasa da, siz de spagettiyi çatalla döndürüp keyifle izleyebilirsiniz. Hem de siz, tabağınızdaki tüm makarnayı paylaşmak zorunda değilsiniz!

Bonus Şaka: “Spagetti paylaşmak mı? Hayır, teşekkürler. Ben tabağımla yalnız bir ilişki yaşıyorum!”


4. "The Godfather" (1972)

İtalyan mafyasının gölgesinde, İtalyan mutfağıyla bir başyapıt!

Makarna yerken The Godfather izlemek neredeyse bir ritüel haline geldi. Filmin içinde İtalyan yemekleri, aile sofraları ve mafya arasında geçen ikonik sahneler varken, siz de kendinizi Sicilya’da bir makarna tabağının başında bulabilirsiniz. Al Pacino’ya bakıp, "Bir gün ben de böyle sofralar kuracağım!" diye hayal kurabilirsiniz.

Bonus Şaka: “Don Corleone’nin sofrasında olsam bile kimse benden makarnamı alamazdı.”


5. "Julie & Julia" (2009)

Bir yemek blogunun başına geçip makarna tarifleri yazmaya başlamamak işten bile değil!

İki farklı kadının hayatlarını ve yemek yapma tutkusunu anlatan bu film, mutfağa olan ilginizi katlayacak. Meryl Streep ve Amy Adams’ın canlandırdığı karakterler, yemek yapmanın ve yemenin mutluluğunu ekrana taşıyor. Makarna yerken bir yandan tarifler düşünmeye başlayabilir, belki de blog açma ilhamı bulabilirsiniz! Hem Julie'nin çabası, hem de Julia Child’ın ustalığı sizi ekrana kilitleyecek.

Bonus Şaka: “Makarna yapmanın bu kadar sanatsal bir şey olduğunu bilmiyordum… Ama sonuçta ben sadece yiyorum!” 

1 Ekim 2024 Salı

Eylül 2024 İzlencesi



Only Murders in the Building: 

"Apartmanınızda çok cinayet işleniyorsa, ya taşınmalı ya da podcast yapmalısınız. (Tabii ki üçüncü seçenek: bu işi çözebilecek üç absürt komşu bulmak!) Güzel sezon.

Penguin
Gotham’ın en havalı kuşu sahnede!
("Batman yok, ama sorun değil. Penguen en azından takım elbisesiyle karizmatik.")

Slow Horses
Casusluk, ama biraz tembelce!
("James Bond gibi değil, daha çok... işten kovulmayı bekleyen ofis çalışanları.")

The Cable Guy

Yeniden izledim. Jim Carrey'in karaktere verdiği her şey filmde izleyiciye dokunuyor. Bu yüzden kültleşmiş bir kara komedi Cable Guy, yalnızlığın insanı getirdiği noktaya yapılan mizahi bakış Jim Carrey'e has komedi anlayışıyla öne çıkıyor. Öte yandan karakterin çocukluğuna dair ayrıntılar ve Ben Stiller'ın yan hikayeye olan katkısı da kara komedilere has ironik bir ciddiyetle iyi bir film olmayı başarıyor. Yalnız filmin iki sıkıntısı var. Derinleşmeyi dikkate almaması ve sahnelerin kopukluğu olmasaymış çok daha iyi bir film olabilirmiş.

Kinds of Kindness

Yorgos'un yeni filmi, yine Emma Stone var. Cüretkar konu seçimlerini Hollywood anlayışıyla orta noktada buluşturmayı amaçlayan filmlerini daha çok göreceğiz gibi duruyor. Filmleri tematik olarak birbirine bağlayan şey hakkında yapılan konuşmalar hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. Yine de, onları şüphesiz birleştiren tek şey Lanthimos'un ton becerisi, projenin cüretkarlığı günü kurtarıyor. İlginç fakat keyifli değil. Kendi filmografisinde sönük kalıyor.

Borderlands

Eskiden olsa asla çekilemezdi. Düzeltme için çekilen sahneler, izleyici yorumları, test izleyicinin verdiği direktiflerin bu kadar belli olduğu bir film. Yönetmenlik hiçbir sürprize yer vermiyor, bu yüzden izlerken asla bir şey olmayacağını biliyorsunuz. Oyunun dünyasına pek fazla hakim olmasam da geçmişte oynadım. Rafa kalkması gereken bir projeymiş, sanıyorum ön satış gelirleri şirkete yeterli gelmiş. Çok kötü. 

Beetlejuice Beetlejuice

Tim Burton hayranı olarak beni tatmin etse de genel yapıya uymayan sahneler var. Çekim sırasında bütçenin düşürüldüğü söyleniyor. Müthiş bir atmosfer fakat yeteri kadar kullanılmamış hissi yaratıyor, ayrıca düşmanların kolay alt ediliyor oluşu da doyum hissini vermedi. Yine de Tim Burton bana her zaman ilham veren bir yönetmen olmuştur. Bu filmde de beni etkileyen küçük buluşlarını görmek benim açımdan tatmin ediciydi.

Tam Bir Centilmen
İzledim.

24 Eylül 2024 Salı

Daybreak – Kimsenin İzlemediği Zombi Dizisi (Ama Biz İzledik, Gerçekten!)


Daybreak: Zombili bir Netflix dizisiydi. Kimse izlemeyince ikinci sezonu gelmedi. Ah, Daybreak. O post-apokaliptik, gençlerin zombi kıyametiyle boğuştuğu Netflix dizisi. Büyük umutlarla başladı ama (ne hikmetse) kimsenin radarına girmedi. Peki, neden kimse izlemedi? (Bir dakika, kimse izlemedi mi? Belki birkaç kişi izledi… Annem bile izledi ama izlerken uyudu, sayılır mı?) Dizi, zombilerle dolu bir dünyada hayatta kalan bir grup genç etrafında dönüyor. Evet, kulağa bayağı tanıdık geliyor, değil mi? (Zombilerle dünyayı kurtaran gençler? Orijinal! Daha önce nerede gördük acaba... The Walking Dead... Resident Evil... World War Z... ama hey, en azından gençler birbirleriyle takılırken eski sevgililerini stalk'lamıyorlar.) İşte büyük soru: Dizi neden sadece tek sezon sürdü? Birçok insanın haberi bile olmadı! (Belki Netflix yanlışlıkla Daybreak yerine Daydream diye arama yaptınız sanıp algoritmayı sabote etti, kim bilir?) Sonuçta, zombi dizisi ne kadar özgün olabilir? (Spoiler: Olamaz. Ama yine de keyifli bir şekilde o kadar klişenin arasından sıyrılmayı denedi.) 
'İzledim, Pişman mıyım? (Asla! Ama Çok Da Övmedim)'
Eğer kıyamet sonrası dünyada lise aşkı, zombiler, ve saçma sapan mizahı seviyorsanız, kesinlikle Daybreak izleyin! (Gerçi hala izlemediyseniz muhtemelen bir daha izlemeyeceksiniz çünkü herkes Stranger Things’i bekliyordu.) Ama bir şans verin derim, zombi bile olsanız hafiften tebessüm ettirir.

“No Tomorrow – Hiç Kimsenin İzlemediği Kıyamet Romantiği (Ama Biz İzledik, Harbiden!)”

Ah, No Tomorrow. Bir asteroidin dünyayı yok edeceği fikrini işleyip bunu bir romantik komediye dönüştüren dizi (evet, kıyametin romantik kısmını). Ama işin komiği, kimse diziyi izlemedi! (Hani böyle, son gününüzde yapılacak 100 şey listesi yaparsınız ama dizi izlemek asla akla gelmez ya, işte tam o.) Peki neden kimse izlemedi? (Şimdiye kadar ismini bile duymamış olabilirsin. Olsun, haydi beraber gülelim.)

1. 'Asteroidden Önce Aşk Var!' (Kıyamet Ama Kalpler Çiçek Açıyor)
Dizi, baş karakterimiz Evie’nin, dünyaya 8 ay sonra çarpacak bir asteroidin farkına varması ve bu gerçeği hiç ciddiye almayan Xavier ile tanışmasıyla başlıyor. (Düşünün, biri size gelip, “Dünya 8 ay içinde yok olacak, hadi her şeyi boş verip eğlenelim” dese… İlk tepkiniz “Numaranı alayım mı?” olur muhtemelen. Evie, tam olarak bunu yapıyor.)

16 Eylül 2024 Pazartesi

Regular Show ve Gibi Aynı Evrende Mi Geçiyor?



Gibi ve Regular Show: İki dizi, iki farklı gezegen, ama aynı absürt galaksiye ait!

Öncelikle, her iki dizinin de ana karakterleri, aslında günlük yaşamın sıradanlıklarını alt üst etme konusunda gerçek bir yeteneğe sahip. 

Eğer hayatınızda yeterince absürtlük yoksa, size iyi bir haberim var: Regular Show tam da bu açığı kapatacak! İki yakın arkadaş, Mordecai (evet, mavi bir alakarga) ve Rigby (kendisi çok cool bir rakun), her gün "normal" işler yapmaya çalışırken evrenin en uçuk olaylarının başlarına gelmesiyle sonuçlanan bir macera dizisi. "Normal" derken, parkta iş yapmak... ya da belki sadece evreni yok etmeye çalışan bir video oyununu durdurmaya çalışmak gibi küçük şeylerden bahsediyoruz.

Ama buradaki esas mesele şu: Bu ikili, işi asla düzgün yapamıyorlar. (Tabii ki her zaman Rigby'nin tembelliği yüzünden.) Mordecai, olaylara biraz mantık katmaya çalışırken Rigby’nin "Sadece biraz daha uyusak?" yaklaşımı durumu pek de toparlamıyor. Sonuç mu? Tam bir kaos! Parkın sinirli yöneticisi Benson’un gözyaşları ve Pops’un mutlu kahkahaları arasında kaybolan bir dünya...

Dostluk, absürtlük ve bolca "Bu neydi şimdi?" sorusuyla dolu bir dizi arıyorsanız, Regular Show tam size göre! Evet, belki dünyayı kurtaramıyorlar ama en azından her bölümde işleri daha da batırmayı başarıyorlar. (Sonuçta, izlemek daha eğlenceli değil mi?)

Her iki dizi de, sıradan işlerin bir anda kozmik bir felakete dönüşmesini mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Gibi'de Yılmaz ve İlkkan’ın düzelteceğim derken durumu daha da batırması, Regular Show'da ise Mordecai ve Rigby’nin işleri batırma sanatında ustalaşmaları arasında büyük bir benzerlik var.

Gibi dizisi benim için Regular Show tadı veren çok özel bir iş. Bunu seven bunu da sever diyerek iki diziden birini sevenlerin mutlaka diğerini de izlemesi gerektiğini düşünüyorum.



3 Eylül 2024 Salı

Community

 "Community" dizisi, televizyon dünyasında alışılmışın dışında bir yapım olarak öne çıkıyor ve izleyicilere benzersiz bir deneyim sunuyor. Dan Harmon'ın yarattığı bu dizi, Greendale Community College'da bir araya gelen birbirinden farklı karakterlerin hikayesini anlatırken mizah, drama ve sosyal eleştiri öğelerini ustalıkla harmanlıyor.


2 Eylül 2024 Pazartesi

Ağustos 2024 İzlencesi




Maxxxine: Mia Goth'un ilginç bir aurası var, onu her zamanki gibi kullanarak kendi bildiğini yapmış. Hollywood sokakları, katiller, cemiyetler, kurbanlar, çocukluğa bağlanan tanıdık sahneler.

3 Ağustos 2024 Cumartesi

Hacks, Son Yılların En İyi Komedisi! (Biraz da Drama)


Ah, Hacks... İzlemeyen varsa bir şeye geç kaldığınızı söylemek istemem ama evet, tam olarak böyle hissediyor olmalısınız. Bu dizi, stand-up komedi dünyasının karanlık ve sulu yerlerinde dolaşırken, adeta Vegas’ın parlak ama kumlu sokaklarında yalın ayak koşmaya çalışmak gibi. Kahkaha atarken bir yandan da neden bir komedyenin yaşamını seçmediğinizi size bir kere daha hatırlatıyor. Şükürler olsun ki bunu sizin için Jean Smart yapıyor ve altın madalya hak eden performansıyla ekranları şenlendiriyor.

İlk bakışta "Aa, stand-up komedisi üzerine dizi mi? Kim bilir kaçıncı sefer yapılıyordur bu!" diyebilirsiniz. Ancak, Hacks size tekme tokat giriyor. Hem duygusal hem de komik bir dayağı aynı anda yiyor gibisiniz. Jean Smart, yani Deborah Vance, Las Vegas'ta bir komedi ikonunu canlandırıyor. Kendisi, devasa sahnelerde stand-up yapmanın Sinatra’yla barda rakı içmek kadar prestijli olduğu zamanlardan gelmiş. Ancak şu an? Tam bir "Z kuşağı gelmeden önce her şey daha iyiydi" modunda. Fakat sanırım hepimiz Deborah gibi "Z kuşağını anlamaya çalışırken kafayı yemeye yaklaşmış" hissediyoruz, değil mi?

Hacks, esas olayı bir dinozor ve modern çağın ürünü olan bir kuşun (tamam, metaforik bir kuş) çarpışması gibi. Deborah, eski okul komedi anlayışının kraliçesi. Ava ise Twitter’da yaptığı aptal bir şakadan dolayı cancel’lanmış genç bir yazar. Ava Daniels karakterini canlandıran Hannah, stand-up dünyasından gelen taptaze bir yüz. Z kuşağının tipik temsilcilerinden biri olarak dizide parlıyor. Dünyaya bakışı, eski kuşakların bakış açısından epey farklı. Kendisi politik olarak son derece doğru bir birey, hatta bazen bu doğruluk onun başına dert açacak kadar katı.

Şimdi, Deborah ve Ava arasındaki dinamiği anlatmadan geçmek, stand-up şovu izleyip komedyenin mikrofonunu kapalı bırakmak gibi olur. Deborah, sahnede olduğu gibi hayatta da tam bir vahşi. Ava ise karşımıza "O eski büyük yeteneklerin devrini kapatma zamanı geldi!" diye kükreyen bir sesle çıkıyor. Ancak, bu iki kadının birbirine bağımlı olduğu noktayı görmek tam da diziyi övme sebebimiz. Aslında bu, stand-up komedisinin gerçeğini yüzümüze çarpıyor: Komedi trajedinin bir yansımasıdır, ve bu iki kadın kendi trajik yollarında birbirlerinden güç alıyorlar.

Tabii, dizinin içinden çıkan dersler de var. Mesela, “Bir komedyenin hayatı sanıldığı kadar parlak değilmiş” cümlesini özetleyen her sahne. Deborah’ın asistanı olmak mı? Tebrikler, adeta sahte güllerin kokusuyla sabah uyanan biri olacaksınız. Peki ya Ava? O tam bir "Eski kuşakların bir şey bilmediği" yanılsaması içinde sürüklenirken, bir yandan Deborah’ın devasa boyuttaki egosu tarafından yutulmamak için yüzme öğreniyor.

Bunları bir kenara bırakıp gerçek konuşalım: Hacks gerçekten inanılmaz zekice yazılmış bir dizi.




HBO yapımı Hacks son zamanlarda izlediğim en iyi dizilerden biri. 

Attığı bir tweet yüzünden işsiz kalan Ava'nın, efsaneleşmiş bir komedyen olan Deborah'nın stand-up gösterisi için yazarlık yapmak zorunda kalmasını izliyoruz. Aralarındaki gerilim hiç bitmiyor. Politik doğruculuğa düşman Deborah ve eşitlikçi vegan kızımız Ava'nın diyalogları diziyi epey keyifli hale getiriyor.

Kimler sever? : Bojack Horseman, Ted Lasso, Barry sevenler bu diziye bayılacak.

30 Temmuz 2024 Salı

Temmuz 2024 İzlencesi

 


*Askerdeydim. Çok film ve dizi izleyemedim. Tüm vaktimi Hacks izlemeye ve senaryo yazmaya ayırıyorum.

Hacks: Mizahta aşılmaması gereken hiçbir çizgi olmadığını yine mizahi bir dille anlatarak izleyiciye komedinin ne kadar ciddi bir iş olduğunu çok iyi anlatan bir pilot bölümün ardından bağımlısı olduğum bir dizi.

Neden böyle filmler yapılmıyor?



Ticari sinema bugünlerde yetişkinlikten korkuyor. Belirli bir bütçe düzeyinin üzerindeki her şey; yapım süreci boyunca ekranda olup bitenlerin, küçük çocuklu bir ailede veya daha büyük bir ebeveyn ile onlarla birlikte yaşayan yetişkin çocuk arasında hafif bir rahatsızlığa neden olma potansiyeline sahip olup olmayacağı konusunda tekrar tekrar endişelenerek kendini kısırlaştırıyor. Yakın bir zamanda ticari sinema bu tutumundan vazgeçmeyeceğinin sinyallerini yeniden verdiğinden iyi bir film izleme şansımız yine azalmış gibi görünüyor.

25 Haziran 2024 Salı

Haziran 2024 İzlencesi




Furiosa:
şaşırtıcı olmayı başaran büyüleyici bir hikaye yaratmış. Anya Taylor-Joy için izlemiş olsam da aksiyon dilindeki dokunun yeniden konuşulacağını düşünüyorum. Ayrıksı hikaye anlatımı ve Anya’nın ayrık gözlerini sevdiğim için 9/10 veriyorum. (Bir puanı ilk bir saat Anya oynamadığı için kırdım.) 

15 Haziran 2024 Cumartesi

Arkadaşınızın Önerdiği Ama Sizin İzlemediğiniz 17 Film

"Bu filmi mutlaka izlemelisin, hayatını değiştirecek!" diyen arkadaş. Ve hepimizin yaptığı şey de aynıdır: O filmi asla izlememek. 😅 Haftalar, aylar, hatta yıllar geçer ve o film izlenmesi gerekenler listesinde tozlanmaya devam eder. Sen her ne kadar “Kesin izlicem!” desen de, Netflix'in bir sonraki dizisi ya da sonsuz TikTok kaydırması galip gelir.
Hepimiz bir arkadaşımızdan harika bir film önerisi almışızdır, hatta çoğu zaman bu önerilerle dolup taşarız. “Bu filmi mutlaka izlemelisin!” cümlesi neredeyse her buluşmada karşımıza çıkar. Ama ne yazık ki, o önerilen filmlerin birçoğu izleme listemizin tozlu köşelerinde beklemeye devam eder. Günlük hayatın koşuşturmacası, dizi maratonları ya da sonsuz ertelemeler derken o filmler bir türlü izlenemez. Bu yazıda, arkadaşlarınızın önerip de bir türlü izlemeye vakit bulamadığınız 17 filmi bir araya getirdik. 

Bu listeyi gördükten sonra belki de o filmlerden en az birini gerçekten izlemeye karar verirsiniz. (Söz yok ama niyet önemli, değil mi?)





The Big Leobowski

Halısı çalınan bir adam. Coen Kardeşler'den kusursuz bir başyapıt. Dünyanın en iyi filmlerinden biri.

Arizona Dream



“Bir bisiklet ve bir elma arasındaki farkı sana bir başkası söyledikten sonra yaşamanın ne anlamı var ki? Eğer bir bisikleti ısırıp, bir elmayı sürmeye kalkarsam, işte o zaman farkı anlarım.”

Annesine benzemekten korkan bir kadın, dayısı olmaktan korkan bir adam ve beyaz perdedekiler gibi olmaya çalışan bir Cadillac satıcısı. Arizona Dream Amerikan rüyasını bize tüm gerçekleriyle sunuyor. Buna Arizona rüyası da diyebiliriz. Kusturica Amerika’da kendi dünyasını Amerikan ayrıntılarıyla inşa ediyor.

EVDE İZLENMESİ GEREKEN EXTENDED FİLMLER



1 Haziran 2024 Cumartesi

Mayıs 2024 İzlencesi


Ghostbusters Frozen Empire: Önceki film çok iyiydi. Onun gerisinde kalmamak için verdiği bir çaba ya da buluş yok. Seriye kattığı drone aletleri ilgimi çekse de bunlar hikaye içine yedirilmemiş. Ayrıca film çok geç açılıyor. Nostalji hissi önceki gibi verilemedi. Seriye hayranım fakat izlerken keyif alamadım. Son 10 dakikada her şeyi tahmin edilebilir çözümlerle kapatmak seriye yakışmadı.

Seven Faces of Jane: Gillian Jacobs oynuyor diye izledim.

Let it Be: Restorasyondan geçmiş Beatles filmi. İçinde Beatles olan her şey güzeldir.

Challengers: Tehlikeli derecede dengesiz ama çekici bir niteliği var. Karmaşık yapısına rağmen, "Ben bir sanat filmiyim ve sizi insan kalbinin ve zihninin gizli girintilerine götüreceğim ve az önce gördüklerinizin karmaşıklıkları üzerine düşünmeniz için orada bırakacağım" diyen hiçbir şey yok.

The Fall: Çok sevemedim. Bir olmamışlık var.

The Fall Guy: Sevmedim.

The Beach Boys: Güzel belgesel.

I Used to Go There: Yine Gillian Jacobs izliyor diye izledim ama bu defa denk geldi. Sevmedim. Klişelerin etrafında dolanmış.

Outer Range: Josh Brolin oynuyor diye izledim. Taşrada Lost benzetmesi yapanlar olmuştu ama umduğumu bulamadım.

Life Partners: Yine Gillian Jacobs oyunuyor diye izledim. İlişkiler, dostluklar vs. Sinema kanallarında rastlayacağımız türde filmlerden. Sevmedim. 

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Nisan 2024 İzlencesi



Shogun: Şaşırttı ama bir düşüş var. Toparlayamaz muhtemelen. 

Steve 2024: Steve Martin hakkında iki bölümlük bir belgesel. Çok keyif aldım. Benzer yanlar buldum. Sürekli kendini değiştirmesi ve işe yarama hissini kaybetmemesi şaşırtıcı.

Dune 2: Yine sevemedim. 

Dune 1984: David Lynch yazıp yönetmiş. İyi yerleri günümüze taşınmış. Dönemi için havada kalan yerleri var. Sinema havası taşıması atmosferi yaratmasını kolaylaştırmış, yönetmenlikte aksayan yerler var.

Fallout: İlk bölüm güzeldi. Üçüncü bölümden sonra tesadüfler zincirine dönüştü. 

Awakenings: 1990 filmi, Robin Williams ve Robert De Niro, sevdim. Böyle filmler artık yapılmıyor.

Immaculate: Sydney oynuyor diye izledim. Sevmedim.

Ripley: Beğendim.

One Day: Dizisi olmamış. Filmi duygulandırmıştı. 

Baby Reinner: Misery'nin bir değişi gibi olmuş. Sevemedim.

2 Nisan 2024 Salı

Mart 2024 İzlencesi


Poor Things: Emma Stone hayranlığımı herkes bilir. Filme bayıldım. Oscar alacak diyordum. Aldı. Easy A'den beri gelişimini izleyebilmek güzeldi. Müthiş bir kariyer. Fellinesk, Terry Gilliam atmosferinde akıllıca diyaloglar ve güzel bir kurgu. Yönetmenin en iyi filmi.

Gibi 5x1: En çok güldüğüm bölümlerden biri oldu. Olay akışını epey sevdim. Boşluksuz bir bölümdü.

Invincible 2x5: Her bölüm daha da sertleşiyor umarım finali iyi olur.

Gibi 5x2: Bayıldım. 

Madame Web: Eskiden bu kadar kötü filmler çektiğiniz an meslek hayatınız kayardı. İnsanların filme gülmek için gittiği videolar Tiktokta dolanıyor. Çok kötü.

Drive-Away Dolls: Ethan Coen  filmi. Tüm Coen filmleri gibi çok iyi diyaloglara sahip. B film tadında fakat sinematografisi daha iyi tabii ki. İlginç bir film. Coensevenlerin kaçırmaması gerekiyor.

Shogun: Güzel gidiyor. Müthiş şeyler olmuyor. Game of Thrones ile karşılaştıranlar var fakat ben katılmıyorum. 

Argylle: Dua Lipa 10 dakika oynuyor diye izledim. Plot Twist yapalım derken göz çıkarmaca. Sevmedim.

Invincible 2x6: Her bölüm şaşıracak bir şey yapmayı başarıyorlar.

3 Mart 2024 Pazar

Şubat 2024 İzlencesi


All of us Strangers: Beğenmedim.

American Fiction: Yazar sorunları filmi. Her zaman malzeme çıkar.

Anyone But You: Türün iyilerinden değil. Aşırılık var. Ne romantik ne komedi.

Priscilla: Beğenmedim.

Avatar The Last Airbender: Yıllardır izliyorum. Hiçbir şey çizgi filminin ötesine geçemeyecek fakat filmden iyiydi. Oyuncu seçimi olmamış. Yönetmenlik çok kötü. Yine de yeni sezon gelirse izlerim.

Reacher: iyiydi.

Mr Mrs Smith Dizi: Pek ısınamadım.

Blacklist: Yer yer düştü.


3 Şubat 2024 Cumartesi

Ocak 2024 İzlencesi



Past Lives: Beğendim. İlişkilerin akıl almaz saçmalıklarla, başka insanların kararlarıyla örülüşü. İnandırıcıydı. Bir etki bırakan filmlerden.

Napoleon: Epik olmasını beklerdim. "Büyük isimlerin insani yanları da vardır," düşüncesini senaryolara yakıştıramıyorum. Sinema gücünü kaybetmiş.

Role Play: Beğenmedim.

Totally Killer: Beğenmedim.

Gattaca: Güzel filmdi. Yönetmen, Truman Show'un da yazarıymış. Etkileyici ve dünyanın nereye gittiğini gören biri. Böyle filmler artık yapılmıyor. 

Jury Duty: Bir tat var fakat içine çekilmedim.

Scrapper: Tam bir Sundance filmiydi fakat bir yarımlık var. Yetersiz kalıyor.

May December: Beğenmedim.

Thirteen Lives: Kurtarma hikayesi, gerçek bir olaymış, etkilenmedim.

Fargo: Dizi final yaptı. İlk bölümün ötesine geçemedi. Yine de güzeldi.

Fallen Leaves: Çok sevdim.


19 Ocak 2024 Cuma

Hangi Senaryo Programında Yazmalıyım?

Senaryo yazanlar ve yazmak isteyenler için büyük bir çile haline gelen senaryo yazım programı bulma işi yıllardır büyük bir sorun, desteği kesilen appler ve farklı formatlarla uğraşmak yazma sürecini sancılı bir hale getirebiliyor. Liseden beri birçok farklı yazım uygulaması kullandım. Windows ve MacOs alternatifleri arasında defalarca geçiş yapmak zorunda kaldım. Bu yüzden böyle bir kılavuz hazırlama gereği hissettim. Özetlemek gerekirse en iyi ücretli tercih Fade In programı. En iyi ücretsiz alternatifiyse KIT Scenarist. Word ve benzeri programlarda uğraşmak yerine senaryo için geliştirilen uygulamaları kullanmak en iyisi.